“Muhakkak bizim askerlerimiz olan peygamberler ve onlara tabi olan müminler elbette galiptirler. Her ne kadar bazı zamanlarda mağlup gibi görünseler de, itibar sonadır ve hüküm ekser içindir ve nadir olan yok gibidir”. (Sâffât suresi ayet 173) İsmail Hakkı Bursevi Hazretlerinin yaptığı bu ayet-i kerimenin tefsirinde Hazret-i Allah (c.c.) böyle buyuruyor. Tefsirin devamında ise Müslümanların mağlubiyet sebepleri olarak, emre muhalefet, dünyaya tamah etmek, kendini beğenmek, gurura kapılmak olarak sıralanıyor. Engellenemeyecek mukadder olan ilahi nusret ise, Kur’ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılmaya bağlanıyor.
Kur’ân-ı Kerîm bir derya, bir deniz, bir hazine… Onda, doğru düşünenler için ibret, haram ve helalleri gösteren bir rehber, insanı aldatan her şeyden kurtuluş, dertli gönüllere şifa, her zaman koruyucu bir sığınak, insana ve hayatına dair yaş veya kuru, küçük veya büyük her ne varsa Kur’ân-ı Kerîm’de yer alıyor.
Kur’ân-ı Kerîm’in mucizelerinin sonu yok. Geçmişe ve geleceğe ışık tutan Kur’ân-ı Kerîm’i okuyanlar, ne kadar tekrar etseler de onu eskitemezler. O, ışık veren bir ziya, aydınlık saçan bir nurdur. Peki, 1400 yıldır dünyayı ve insanlığı aydınlatan bu nur, evimize ve gönlümüze ne kadar sirayet edebiliyor?
Ona inananın muvaffak olduğu, hükmüne uyanın sadık olduğu, sarılanın hidayete erdiği, onunla amel edenin kurtulduğu Kur’ân-ı Kerîm, kütüphanedeki yerinde mi duruyor, yoksa her fırsatta dilimize, gözümüze, gönlümüze, fikrimize ve dualarımıza mı giriyor?
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “İçerisinde Kur’ân’dan bir şey bulunmayan kimse, harap olmuş ev gibidir.” buyuruyor. Hadis-i şerif, kalbinde, aklında, dilinde Kur’ân-ı Kerîm’den bir şey olmayan insanı, işe yaramayan, bir eve benzetiyor.
Bu hususta Ebu Hureyre (r.a) da “Hangi evde Kur’ân-ı Kerîm okunursa, orada bolluk bereket olur, şeytanlar uzaklaşır ve melekler o eve hücum eder. Hangi evde Kur’ân okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk baş gösterir.” buyuruyor. Peygamberimiz’den bu güne kadar Müslüman olarak hayat süren milyonlarca insan, Kur’ân-ı Kerîm okuyarak şifa buldular, sıkıntılardan kurtuldular, bereketli bir dünya hayatı yaşayıp bereketli bir ahiret hayatı umarak irtihal ettiler. Önceki Müslümanlar gibi bizim de şifa ve bereket kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’le olan ünsiyetimize geçmeden, onun uzun tarihini kısaca anlatalım.
Kur’ân-ı Kerîm’in inzali
Kur’ân-ı Kerîm kâğıda yazılı olarak inmemiştir. “Eğer sana kâğıtta yazılı bir kitap indirmiş olsak da onu elleriyle tutsalardı, yine de o kâfirler: ‘Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir’ derlerdi.” (En’am sûresi, ayet 7) Bu ayet-i kerimeden de anlaşılıyor ki Kur’ân-ı Kerîm kâğıda yazılı olarak inmemiş, vahiy halinde Cebrail Aleyhissalam vasıtasıyla Rasulüllah Efendimiz’e indirilmiştir. Ancak Abese Sûresi ayet 13-16’da Kur’ân-ı Kerîm’in yazılması da anlatılmaktadır. “Bu kitap şanlı, yüce, tertemiz sahifelerdir. Asil ve faziletli kâtipler eliyle yazılmıştır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ümmetine Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemelerini tavsiye ediyorlardı. 1000 kadar sahabe-i kiram sûrelerin hepsini ezberlemişlerdi. Diğerleri ise Kur’ân-ı Kerîm’in bir kısmını ezberlemişti. Peygamber Efendimiz ezberlenmesini arzu ederken bir taraftan da Kur’ân-ı Kerîm’in yazılmasını istiyordu. Böylece Kur’ân-ı Kerîm hem yazılı hem de hafıza yoluyla tereddüde mahal bırakmadan tarihi yolculuğuna devam edebilirdi. Biz buradaki iki yoldan hafızlık yolunu ele aldık.
Kur’ân-ı Kerîm’e kâmil manasıyli ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v) vakıf olmuşlardır. Ondan sonra da sahabe-i kiram. Ashab-ı kiram Kur’ân-ı Kerîm’i ezberliyorlardı. Onlar önce manaya vakıf oluyor, anlıyor ve öyle ezberliyorlardı.
Asıl maksat manasını düşünerek, anlayarak tedebbürle okumaktır. Nihai hedefte bu olması gerekiyor. Bugün tam bir hafızlık uzun bir süreç gibi gözükebilir. Ancak elden geldiğince ayet ayet, sûre sûre, önce mana sonra ezber yaparak sahabe-] kiram efendilerimizin yolunu takip etmek gerekiyor.
İlk dönemlerde hafızlık nasıl yapılırdı?
Mekke-i Mükerreme’de Daru’l-Erkâm, Medine-i Münevvere’de ise Mescid-i Nebevi’nin yanında Ashab-ı Suffe’den çok sayıda sahabe Hâfız-ı Kur’ân olarak yetişmişti. Ashab-ı Suffe sürekli Kur’ân-ı Kerîm okumakla meşgul olurlardı. Onlar vakitlerinin çoğunu Peygamber Efendimiz’in huzurund; geçirir, Efendimiz’den Kur’ân ve ilim öğrenirlerdi. Ne ticaret, ne sanat, n ziraat, ne de herhangi bir kazançla meşgul olmaz, sadece Kur’ân ve ilim öğrenirlerdi. Onlar Kur’ân-ı Kerîm’in tadını almışlardı. İaşeleri Peygamber Efendimiz ve diğer sahabeler tarafından temin edilirdi. Mütevazı ve çok feyizli bir ortamda yetişen Ashabı Suffe, sayıları 400’üı üzerinde Kur’ân ve irfan ordusuydu
İlk hafızlar onlar arasından çıktı. Ashabı Suffe ilk gelen ayetleri hıfz ederlerdi. Ayetlerin manasını, emir ve yasaklarını öğrenmeden diğer ayetlere geçmezlerdi. İslamiyet’in başlangıcında yüzlerce Hafizu’l Kur’ân yetişmişti. Kur’ânı ezberleyen ve onu başkalarına
öğretenlere “Kurrâ” namı verilirdi. Onların başlattığı Kur’ân sevdası (hafızlık okulu) bugün de aynı usulle devam ettiriliyor.
Hafızlık sistemi ve Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek Hazreti Allah’ın Ümmet-i Muhammed’e verdiği en şerefli mazhariyettir.
Bu şerefli mazhariyet sahabe devrinde zirvedeydi. Daha sonraki dönemlerde hafızlık eğitimi sistemleştirildi. Mesela; Selçuklular döneminde Daru’l-Huffaz ve Daru’l-Kurrâlar kurulmasıyla, hafızlığın kurumsal hâle getirildiğini söylemek mümkündür. Osmanlı döneminde ‘Sıbyan Mektebi’ni, yani temel eğitimi tamamlayan bir öğrenci, önce alt seviyedeki bir Daru’l- Huffaza gider, orada hafızlığını tamamlardı. Sonra kıraat vecihlerini ve okuyuş usullerini, (Aşere ve Takrib) öğrenmek amacıyla Daru’l-Kurrâya devam ederdi. Bu kurumların başındaki hoca efendilere Reisü’l-Huffaz ve Reisü’l-Kurrâ denirdi.
Evliya Çelebi’nin kaydettiği bilgilere göre İstanbul’da “Esnaf-ı Hafızan-ı Kur’ân-ı Azim”in sayısı 3000 kadarı kadın olmak üzere 9000 idi. Merasimlerde hafızlar fetih sûresini okuyarak alay köşkünün yanından geçerlerdi.
Tarih boyunca İslam coğrafyasının her beldesinde hafız yetiştiren müesseseler vardı. Buralara genel olarak Kur’ân Mektebi manasına gelen isimler verilirdi. Kur’ân Mekteplerinde bölgeye göre her çocuk için ufak bir rahle ve bir de ufak minder bulundurulurdu. Afrika’da buna ilaveten tahta tablet olurdu. Talebeler tablet üzerine yazdığı ayetleri okur, ezberlerdi. Kâğıdın olmadığı yerlerde takip edilen bu usul hem yazma hem de ezberleme üzerine kuruluydu. Ama her nerde olursa olsun Kur’ân talebeleri tarih boyunca hoca efendi gelmeden derse toplanır, her biri kendi rahlesinin başına oturup Kur’ân-ı Kerîm ezberlemeye başlardı.
Hafızlığa ilk adım
Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Kur’ân, bir ucu Allah’ın diğer ucu sizin elinizde olan bir iptir.
Ona sımsıkı tutunursanız, ebedi olarak sapmaz ve yok olmazsınız.” buyuruyor. Kur’ân-ı Kerîmin nasıl bir mucize-i ilahi olduğunu bilen insanlar, bir ucu Hazreti Allah’ta olan bu ipi kendilerince tutmaya çalışırlar. Onlardan biri de hafızlardır. Hafız, Arapçada “korumak, saklamak ve ezberlemek” manasına gelen hıfz kökünden türemiş bir sıfattır. Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını (114 sûre, 6666 ayet, 604 sayfa) ezberleyenlere, hafız denir.
Kur’ân-ı Kerîm’i kalbine ve hafızasına nakşedip ilk muhafaza eden Peygamber Efendimiz olmuştur. Sonrasında ise dört büyük halife Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve Hazreti Ali efendilerimiz gelirler. Muhacirinden Talha b. Ubeydullah, Saad b. Ebi Vakkas, Mus’ab bin Umeyr, Ebu Hureyre. Hanım sahabilerden Hazreti Aişe, Hazreti Hafsa, Hazreti Ümmü Seleme. Ensardan Übey b. Kâb Mu’az b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Zeyd el Ensari ve Ebu’d Derda hazretleri meşhur hafızlardan bazılarıdır.
Ayeti kerimede Hazreti Allah üç sınıf hafızdan bahsediyor. “Sonra biz o Kitabı (Kur’ânı) kullarımızdan seçtiklerimize miras verdik.
Onlardan da kendilerine zulmeden var, ortadan giden var, Allah’ın izni ile hayırlarda öne geçen var. İşte büyük lütuf budur. (Fatır sûresi, ayet 32) Bunlardan ilki, hafızlığı unutarak kendine zulmedenler. İkincisi ortada gidenler, bir şekilde unutmamak için gayret edenler. Üçüncüsü ise hayırda yarışanlar, “Ben onu nasıl muhafaza edebilirim, manasına daha iyi anlayıp nasıl daha iyi amel edebilirim diye düşünenlerdir. İşte Hazreti Allah bu üçüncü sınıftaki hafızları methediyor. Onlara maddesiyle, manasıyla, ahlaki duruşuyla içten
gelen bir güzellik ihsan ediyor. Bu güzelliğin sebebi Kur’ân-ı Kerîm’e bağlılıktır. Methedilen hafız olabilmek için Kur’ân-ı Kerîm’in sadece lafzını değil manasını iyi anlamak, yaşamak ve yaşatmaya çalışmak gerekiyor.
Hafızlık hangi yaşta yapılmalı?
Her şeyin münasip bir zamanı olduğu gibi elbette hafızlık eğitiminde de yaşın rolü büyüktür. Gençlik ve ilk gençlik çağı (buluğdan önceki dönem) hafızlık için en uygun zaman kabul ediliyor. “Kim gençliğinde Kur’ânı öğrenirse, Kur’ân onun etine ve kanına karışır. buyuran Peygamber Efendimiz, burada gençlik çağında Kur’ân öğrenmenin ehemmiyetine işaret buyuruyor. Bu çağlar istekli olma, meşguliyetin azlığı, gönül huzuru açısından en verimli dönemdir. Gençlik ve ilk gençlik yıllarında zihin berrak, meşguliyetler az, beyin tazedir. Dolayısıyla bu dönemde hafızlık yapmak daha kolaydır.
Hafızlık için yaş sınırı konulmamakla birlikte geleneklerimizde 15, 16 yaşına varmadan hafızlığa başlamak tavsiye ediliyor. Hazreti Ali Efendimiz bu yaşlardaki gencin kalbini boş bir tarlaya benzeterek, bilgi olarak verilen her şeyi kabul edeceğini söylüyor. Fakat bu çağ serap gibidir, çabuk geçer. Olgunluk ve ihtiyarlıkta ise çok çalışmaya tahammül edilemez. Ancak yukarıda zikrettiğimiz hadisi şerifin devamında Peygamber Efendimiz, “Kim ihtiyarlığında Kur’ân öğrenir, Kur’ân ile çok ilgilenir ve unutmazsa, onun için iki kat sevap vardır.” buyurarak Müslümanları ileriki yaşlarda da Kur’ân öğrenmeye teşvik etmiştir. Bir de insanlar arasına hafızlığın sadece 10 -15 yaşlarında yapılabileceği anlayışı hâkim. Ancak araştırmalara göre anlayış ve idrak seviyesi 20 ila 40 yaşları arasında zirveye çıkıyor. İlk gençlik çağında hafız olamayanlar, özellikle bu dönemi fırsat bilip hafızlığa başlayabilirler.
Hafızlık eğitiminde “Osmanlı Usulü”
Tarih boyunca Kur’ân-ı Kerîm ezberlenirken farklı coğrafyalarda farklı sistemler tatbik edildi. Afrika’da olduğu gibi bazı bölgelerde, Fatiha sûresinden başlanıp Nas sûresine doğru ezberleniyor, bazı bölgelerde ise Kur’ân-ı Kerîm sûre sûre ezberleniyor.
Bizde ise Osmanlı döneminden itibaren tatbik edilen, Osmanlı Usulü dediğimiz hafızlık sistemi halen en yaygın takip edilen usul.
Osmanlı Usulü hafızlık sistemine göre Kur’ân-ı Kerîm ezberlemeye, her cüz’ün son sayfasından başlanıyor. Son sayfalar bitince birinci tur (şavt) bitmiş oluyor. İkinci turda sondan ikinci sayfa, üçüncü turda sondan üçüncü sayfalar ezberleniyor. Her bir turda daha önce yapılan ezberler sürekli tekrar ediliyor. Böylelikle önceki ezberler kuvvetlendiriliyor.
Bu sisteme göre yirmi turu bitirenler hafız oluyor. Yazımızda hafızlık kurslarında tatbik edilen bu sistemin nasıl işlediğini sizlere anlatacağız. Konuyu anlatmaya geçmeden önce, diğer sistemlere göre hafızlık yapmanın avantaj ve dezavantajlarından biraz bahsedelim.
“Kur’ân-ı Kerîm’i Osmanlı usulüyle ezberlemenin farkı nedir? Baştan sona ezberlemek daha kolay değil mi?” sorumuza, Hafız-ı Kurrâ Mehmet Uçar şöyle cevap verdi: “Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemenin birkaç tane usulü var. İsteyen kendine uygun olan usulu takip edebilir. Ancak hafızlık sabır ve inanç isteyen bir süreç, ecdadımız bu ilme kafa yorduğu için talebenin halet-i ruhiyesini de düşünerek, Osmanlı usulünü geliştirmiş. Düşünün, baştan sona ezberleme usulüyle bir hafız ilk on cüzü ezberliyor. Sonrasında eline Kur’ân-ı Kerîm’i alıp ‘Bu kadar sayfa ezber yaptım; ama şu kadar sayfa daha duruyor, daha yolun başındayım.’ diyerek orayı gözünde büyütebilir. Ancak Osmanlı usulünü takip eden hafızlar bunu asla demiyor. Ona göre Kur’ân-ı Kerîm’in tamamı eşit. Çünkü her cüzden ezberlediği sayfalar var. Hatta Osmanlı usulüyle,’Her cüzden ezber yaptım. Biraz daha gayret edeyim, hafızlığı bitireyim.’ diyerek, ezber iştahı daha da artıyor. Ecdadımızın hafızlık sistemi, hafızı sürekli ileriye doğru teşvik ediyor, gayretini ve şevkini artırıyor, ona sonraki sayfaları ezberletme gücü veriyor.” Ayrıca ecdadımız bu sistemle hafıza tekniğini de kullanmış ve sayfaları kodlamıştır. 600 sayfayı baştan sona ezberlemek mi kolay, yoksa 30 tane 20 sayfayı ezberlemek mi? Hafızlar bu kodlama sayesinde hangi ayetin nerede olduğunu daha kolay buluyorlar. Mesela “Rabbenağfirlî velivâlideyye…” ayeti nerededir
sualine, 13. cüzün 19. sayfasının, alt beş satırındadır diye cevap verirler.
Burada bir gerçeği de ifade edelim, dünyanın her tarafından Osmanlı hafızlık usulünü öğrenip kendi memleketlerinde uygulayanlar olmuş. Hatta yurt dışından Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek isteyenler bu usulün takip edildiği yerleri gelip buluyorlar. Türkiye’de hafızlıkta Osmanlı usulünü çok güzel uygulayan yerler var. Çok da rağbet gören bu yerler, yapılanın ne kadar doğru olduğunu ispatlıyor. İsteyen her Müslüman bu sistemle rahatlıkla hafız olabiliyor. Hafızlık kursları şu an, ecdadımızın izlerini takip ediyor.
Ne kadar zamanda hafız olunabiliyor?
Hafızlıkta bir kişinin hedefini gerçekleştirme süresini, hafızın kendisi belirliyor. Normal şartlar içerisinde hafızlık eğitimi 1 ila 2 yıl sürüyor. Hafızlık kursunda bir iki yıl içerisinde hafızlığı bitirenler olduğu gibi, gayretli çalışmalarıyla 6 ay gibi çok kısa bir sürede hafızlığını tamamlayanlar da var.
Hafızlık yapmak için yola koyulanların aklına ilk şu soru gelebilir, “Kaç ayda hafız olabilirim?”
Bu soruya hafız-ı Kurrâlar şu hikâyeyi anlatarak cevap veriyorlar: Tarlasında çalışan bir hocaya tanımadığı biri yaklaşıp sormuş: -Efendi Amca, falanca köye tam olarak kaç saatte gidebilirim?
Hoca cevap vermemiş. Hâlbuki üç kez seslenmiş yabancı. “Herhalde sağır.” diye düşünüp yoluna devam etmiş.
Epey uzaklaştıktan sonra, Hoca, “Evlat gel!” diye bağırmış.
Merakla geri dönen gence,
“Sen tam olarak iki buçuk saatte gidersin.” demiş.
Genç adam demiş ki: “Amca bey, biliyordun da daha önce niye söylemedin?”
“Evet” demiş hoca, yolu biliyorum; ama senin nasıl yürüdüğünü görmeden nasıl cevap verebilirdim?”
Hafızlar sayfaları nasıl ezberliyor?
Kur’ân sayfaları ezberlenirken satırlar “beşer beşer” ezberleniyor. Bu, hafızlık için çok mühim bir husus. Hafızlıkta sayfaları beşer beşer ezberlemenin ayrı bir hikmeti var. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk nazil olan ayetleri “alak sûresinin” ilk beş ayetidir. Beşerli ezber sistemini pratik hayatta tatbik eden hafızlık hocaları, bunun faydasını hatimle kıldırdıkları teravih namazlarında görmüşler. Talebelerine de bu usul üzere hafızlık yaptırıyorlar.
Osmanlı usulü ile sayfa ezberleme
Ezberlenecek ilk beş satır asgari 15 kez mahreç ve tecvid kaidelerine uyularak okunuyor. 15 defa okumanın da bir usulü var. Önce tertil (yavaş okuyuş) ile bir-iki defa okunuyor. Özellikle ilk okuma hocanın huzurunda oluyor. Sonra orta okuyuş (tedvir) ile 12-13 defa okunmaya devam ediliyor. Şayet ihtiyaç olursa hızlı okuyuş (hadr) ile birkaç kez daha okunabiliyor. Buradaki püf nokta, sayfaları yüzüne okurken çok dikkatli olmaktan geçiyor. Çünkü doğru bakamayan talebe doğru göremiyor ve ezberi eksik ya da yanlış oluyor.
Kur’ân-ı Kerîm ve biz
Peygamber Efendimiz’den sonra Ashab-ı Kiram ve Müslümanlar Kur’ân-ı Kerîm’e sahip çıktı.
Hem erkeklerden hem de kadınlar arasından binlerce hafız ve hafizeler yetişti. Hazreti Ebu Bekir Efendimiz: “Dünya işiyle ahiret işi yan yana geldiğinde ahireti tercih edin. Dünya işiniz de yoluna girer.” buyuruyor. Ashab-ı Kiram hep Kur’ân-ı Kerîm’i tercih ettiler ve kendi dönemlerinde büyük fetihler yaptılar.
Hasbelkader hafızlık yaşını geçirmiş, bu işe gönül veren ihtiyarların da kendilerine bir hafızlık hedefi koymaları gerekiyor. Çünkü 100 yaşında da olsa herkesin hidayete ve Kur’ân-ı Kerîm’e ihtiyacı var. İbrahim Aleyhisselamın ateşini söndürmek için su götüren karınca misali, hafızlıkta da önemli olan niyettir. Mesela her Müslüman, “Ben Kur’ân’ın onda birini ezberleyeceğim, oranın hafızı olacağım.” diyerek yola çıksa, bu niyeti, Hazreti Allah’ın hikmetiyle tamamını ezberlemesine vesile olabilir. Hazreti Kur’ân’ın tadını alan bir ebeveyn elbette evladını da hafız yapmak isteyecektir. Nitekim hafızlık yapan talebelerin ailelerinde en az bir hafızın olması, hafızlık kararında ailenin ne kadar tesirliolduğunu gösteriyor.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki genç olsun ihtiyarlar olsun, Kur’ân-ı Kerîm’den yeteri kadar ezber yapmamış çok sayıda Müslüman var. Çoğu namaz kılarken sadece birkaç sûre okuyabiliyor. Bir ömür, 7-8 yaşlarında ezberlenilen birkaç sûreyle geçiyor. Özellikle yaz tatilleri Kur’ân-ı Kerîm ezberi yapmak için iyi bir fırsat. Bu zaman değerlendirilirse, tam olmasa da yarım hafız, bir cüzün hafızı ya da “Yasin sûresinin hafızı” olunabilir. Ayrıca namaz kılacak kadar ayet ve sûre ezberlemek her Müslüman için farz-ı ayındır. Fatiha ile birlikte bir sûre ezberlemek vacip, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberlemek ise farz-ı kifayedir.
Tabi Kur’ân-ı Kerîm’i hayatımıza alabilmek için öncelikle bilgisayarın, televizyonun ve internetin fuzuli işlerinden hemen vazgeçmek gerekiyor. Bunun için en güzel yol, akşam olunca ailesi ile birlikte toplanıp Hazreti Kur’ân ile meşgul olmaktır. Evde hafızlık kampı yapmak, hane halkı için tercihi zor ama mükafatı büyük bir yol olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’i her gün okumak, onunla yaşamak, onu öğrenmek, onu ezberlemek, olmadı namaz sûrelerini gözden geçirmek bile Kur’ân okurunu, Peygamber Efendimiz’in gıpta ettiği iki sınıftan biri yapabilir. “Ancak iki kişiye gıpta edilir. Biri Allahü Teâlanın kendisine Kur’ân-ı Kerîm ihsan ettiği ve onu gece gündüz okuyan kimse; diğeri ise Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz infak eden kimsedir.”
Hafızlık tabirleri
Ham (çiğ):İlk defa ezberlenecek sayfa
Has (pişmiş):Daha önce ezberlenmiş sayfalar
Haslama: Ezberleri kuvvetlendirmek için yapılan tekrar
Galat:Yanlış ezberlenmiş kelime harf veya harekeye denir.